Seduce the Villain's Father - 7.Bölüm
“!..”
Fakat Sergey beni kurtarmak için ortaya çıkmadı.
Büyük bir el saklandığım yerin yanındaki bayrağı kaldırdı. Önümde korkunç bir adam bulmak için göz ucuyla yukarı baktım.
Nefes alamadım. Donakalmıştım.
Bir eli sütunda ve diğer eliyse bir kask tutan adam, mırıldanırken sırıttı, “Pembe saçlar.”
“…”
“Ve mavi gözler.”
Çenem titredi ve dişlerimi sıktım.
Önümde beliren ve bana tıpkı bir avmışım gibi bakan adamın yüzü bilmediğim bir yüzdü ama saç rengini, çok iyi biliyordum.
Gümüş saçlar. ‘Brisney Mutlu Olmak İstiyor’un kötü karakteri Deckart Belgoth’unkiyle aynıydı. Deckart babasını, Belgoth imparatorunu andırıyordu. Kitap onu bu şekilde tanımlamıştı.
Öyleyse önümdeki adam. —
Adamın gülümsemesi soldu.
Oğlu tarafından öldürülen, caninin babası olan Belgoth imparatoru bana uzandı.
“Yakaladım seni. Lebovny prensesi.”
“Hikk.”
Sergei, seni or*spu çocuğu!
***
Liger’ın doğusunun etkin gücü, Belgoth’un 52. İmparatoru, Erudian Lu Soledo Belgoth şans eseri Lebovny prensesini bulmuştu.
Hiçbir şey yapmamıştı. Prensesi kaçırmak istememişti. Sonuçta, bu baskının amacı arsız Lebovny Krallığı’nı uyarmak ve mümkünse Kraliyet Ailesi’nin bir üyesini rehin olarak kaçırmaktı.
Eh bu durum onun için de şaşırtıcıydı.
Belgoth Liger’daki barış antlaşmasının koruyucusuydu. Ama imparatorluk antlaşmayı kendi kendine bozduğu için bu karmaşık bir durumdu.
Fakat Lebovny kralının davranışları ölçüyü aştığından artık buna tahammül edemedi. Belgoth hakkında ne biliyorsun ki?
Eh, Azekien’den toplam işlem miktarının yüzde onu alınmıştı, nasıl düşünürsen düşün bu bir soygundu.
Erudian kötü niyetli bir şekilde güldü. Sonuçta, Kraliyet Ailesinden biri yakalanırsa küstah krallığın aklı yerine gelecektir. Öyle düşünüyorum…
Ve o anda, aniden pembe bir şey görünüp kayboldu. İşte bu. Kaderin cilvesi.
“?..”
Azgın pembe saçlar sütunların arasından uçuştu.
Küt.
“?”
Pamuk şeker gibi görünen saçlarıyla narin bir kadındı.
Kadın sütunların arasından dikkatsizce koşarken Erudian onu izledi.
Koşmadan önce bedenini saklarken sütunun ötesini kontrol etti. Böyle bir şeyi ilk görüşüm.
Dikkatsiz bir kedi gibi davranan masum bir tavşana benziyordu.
Küt.
Sarı elbisenin içindeki kadın bir kez daha koştu. Koşarken çok göze çarpıyordu. Bakması eğlenceliydi.
Sonra gözlerimiz buluştu.
“!”
Açık mavi gözleri ardına kadar açıldı. Gözler, burun, ağız ve kulaklar.
…Ah, bilmiyorum.
Fakat öne çıkan şey gökyüzü mavisi gözleriydi.
Pembe saçlar ve gökyüzü mavisi gözler.
Kafamdaki sayfalar Lebovny Kraliyet Ailesi üzerinde çırpındı.
Buldum.
Evet, renklerin alışılmadık bir karışımı vardı.
Lebovny’nin en genç prensesi.
Onu kaçırabilirim. Erudian buna gülümsedi ve kararla çıkagelmesi bir saniye bile sürmedi.
~✦ ~
Şıngır şıngır.
Bu ses de ne? Onun omzundan geliyordu. Aman tanrım, dünya tersine döndü.
Neden toprak kafamın üstünde?
Yerdeki taşların sayısını saydım. Karnım zırhlı omuza basılıydı ve çabucak uyuştu.
Demek istediğim, Belgoth imparatoru tarafından kaçırılıyordum.
“Prenses Yerenica !” Beni fark eden Lebovny şövalyelerinin korkunç bağırışlarını duydum.
“Prensesi geri ver!”
İmparatora doğru koşan korkusuz şövalyeler birer birer tekmelendi. Şövalyeleri her tekmelediğinde organlarımın ezildiğini ve yer değiştirdiğini hissettim.
Ah, ya midem ya da bağırsağım, ikisinden biri kesilmiş olmalı…
Başkaldıracak enerjim yoktu, sonuçta kalbim ağzımdan çıkmak üzereydi.
Belgoth imparatoru beni buldup ellerini koltuk altıma koydu ve beni omzunun üstüne çıkardı.
Şimdi düşündüm de vücuduma değen sert zırh çok acı vericiydi.
İmparator bir kez daha birini tekmeledi.
“Cık. Bu sinirlerimi bozuyor.”
“Oh.”
Endişeyle inledim. Acıtıyor!
Ablam Tezevia’nın kaçırılmasını engelledim ama neden onun yerine ben kaçırılıyorum ki?
“…”
Hâlihazırda durum buyken homurdanmanın ne manası var ki?
Her neyse, çok sakin ve müşterek bir tutumla alıkonuyordum. Mümkün olduğumca sakinleşmeye çalıştım.
Ve bak ne diyeceğim? Daha önce ortaya çıkması için seslendiğim adam, bir adım değil, 10 dahi değil ama 20 adım uzaktaydı.
“Yerenicaaaaaaaa!”
Sergey çok uzaktaydı ama bana doğru koşuyordu.
Ağladıkça gözlerim kızardı. Bütün gücümle bağırırken kafamı zar zor kaldırdım, “Ne yapıyorsun? Seni kahrolası serse-“
Bağırışım kesilmişti çünkü imparator omzundaki konumumu tekrar düzeltti.
Acıtıyor. Kopmuş organlarım tekrar itilip kakılırken bedenim titriyordu.
Sonunda konuştum, “Affedersiniz.” Çıkan ses bir sivrisinek kadar hafifti.
İmparator beni dinliyor gibi görünmüyordu, sadece ona saldırmaya çalışan şövalyelere saldırmaya devam etti. Onları itti.
Yolunda biraz tuhaf olan ufak bir katliam vardı.
“Affedersin, baba!” biraz daha yüksek sesle bağırdım.
“?”
Lakapla ilgili bir yanlışlık olduğunu fark etmemiştim. İmparator bir anlığına durdu.
“Beni indirebilir misin?” mırıldanırken ağlamak istedim.
“…Seni serbest bırakmamı mı istiyorsun?”
“Bunu istemeye cüret edemem. Sadece beni yere koyun. Kendi başıma yürüyebilirim. Beni dinliyor musun? Lütfen beni yere indirir misin?”
Bu kadar acınası olmayı istememiştim. Sadece nefes alamıyordum. Sonunda, ona yine yalvarıp yakardım.
“Lütfen sana yalvarıyorum. Zırh çok acı verici olduğu için inciniyorum, lütfe-“ ve havada uçtum. Karnımı ezen soğuk zırhın hissiyatı aniden kayboldu.
Birdenbire, bir atın tepesindeydim.
“…”
Bir at. Yaşayan bir at.
Hiç at görmüş müydüm?
Bakılacak kocaman bir at. Beni bir patates gibi ezebilecek dört tane sert metal nala sahip olan bir canavar. Dört kaslı uyluk bir anda titredi.
21. yüzyıldan gelen sıradan Koreli bir üniversite öğrencisi için ne tecrübe ama!
Bu yere geleli sekiz ay oldu ama hiç at görmemiştim.
“Ne oluyor be?! Beni bırak!” bağırdım.
“Sakin ol. Sakinleş.”
Sakinleştirici bir ses duydum. Kaçıran kişinin şaşırtıcı derece sakin bir sesi vardı. Arkamdan geldi!
İmparator arkamda ata çıktı. Ağırlığını arkamda hissedebiliyordum.
At bedenini oynattı ve arkaya doğru kaybolup gitmeye başladı. Böyle düşeceğimi sandım ama gözlerimi sıkıca kaparken sert bir duvar gibi bir şey elime dokundu.
“Sırtını doğrult ve arkaya yaslan.”
“Bu şekilde mi?”
“Evet, aynen böyle.”
Gümüş zırhlı eller yanımı bir çit gibi kapattı. İmparator dizginleri tuttu ve bağırdı, “Belgoth askerleri, geri çekilin!”
Sanırım adımı haykıran zayıf sesi duydum. Sergey. Ya da annem. Veya babam mı? Yoksa ablam mı? Artık düşünemiyorum.
Bir ev büyüklüğündeki beyaz at yüksek sesle kişnerken toynaklarını yukarıya kaldırdı.
Bir mermi gibi dörtnala koştu. Öne doğru eğilirken sert bir el vücudumu kavradı.
“…”
Tezevia yerine ben Belgoth imparatoru tarafından kaçırılmıştım.
Kahretsin.
***
Çevirmen: Ashera
Çok güzel bir bölümdü bu eheh. Hele Erudian’nın iç düşünceleri…