Seduce the Villain's Father - 6.Bölüm
Tüm yapmam gereken önceden ablamı sarayın dışına çıkartmak.
Elbette güvenli bir yerde saklanacağım. Eğer bir şeyler yanlış giderse Sergei’nin beni kurtaracağını biliyorum. Zor olmamalı ya da en azından ben öyle düşünüyorum.
Birkaç günün ardından bu durumdayım.
Hmm. B planı başarılıydı. Belgoth’un Kraliyet Ailesine olan sürpriz saldırısı sırasında Tezevia’nın kaçırılmasına engel olmayı başardım.
Ama sorun şu ki…
“…”
Güneş, gümüş saçlı adamın üzerine parlıyordu. O mor gözleri gördüğümde güçlükle yutkundum ve hemen bakışlarımı çevirdim.
Adama boş boş bakmadan önce bir direğin arkasında çömeliyordum.
Temiz, herhangi bir kirliliği olmayan saçlar ve mor gözler. Adamın ağzı yukarıya kalktı. Yüzümde boş bir ifade belirdi. Savaşın sonrasında, uyuşuk gülümseme ardında hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu.
[Kırmızımsı bir tonu olan mor gözler büyük bir yoğunlukla ona bakıyordu.]
Bu romanda tanımlanan durumun aynısıydı ve bütün bedenimle hissedebildiğim bir şeydi.
Kırmızımsı-mor gözler garip bir şekilde parladı. Tıpkı aradığı avı bulan bir yırtıcının gözleri gibi. Belgoth, Linder Kıtası’nın doğusunun, imparatoru bana uzandı.
“Yakaladım seni, Lebovny Prensesi.”
“O…”
Ne?..
***
Birkaç saat önce.
Huzurlu bir öğleden sonrasıydı. Sarayda ablamla birlikte anne ve babamızla öğlen yemeği yiyorduk. Annem bana endişeyle baktı.
“Yeni. İyi görünmüyorsun. İştahın yok mu?”
Kafamı salladım, bir yudum çay içtim ve parlak bir şekilde gülümsedim.
“Ben iyiyim. Endişelenme.”
Tabii ki de bu bir yalandı. Hiç de iştahım yoktu. Son bir kaç gündür gerginim ve bu beni tüketti. Fakat gerginliğimi hafifletmek için yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Bu Belgoth ordusunun saldırabileceği bahçe. Nedense, bugün daha huzursuz hissediyorum.
Bu duygu, bunaltıcı…
Yemekten sonra, ailemiz çay içerken gergin hissetmeye devam ettim.
Diğer üçü hiç bir endişe olmaksızın güzel güzel konuşuyorlardı.
“Doktor ne söyledi?”
“Endişelenecek hiçbir şeyim olmadığını söyledi.”
“Oh. Çok şükür. Her zaman rahat olduğundan emin ol, Tezevia. Sadece seni iyi hissettiren şeyleri dinlemelisin.”
“Tamam. Deniyorum.”
Gerginim. Huzursuzum! Artık dayanamadım ve sandalyemden fırladım.
“Hadi geri dönelim, abla! Burada çok uzun süre durmak iyi değil!”
“Hah? Ama Yerenica, iki saatten az oldu.”
“İki saat yeterli!”
Acelem vardı. Ablamı sandalyeden kalkması için zorladım. Annem ve babam apaçık gözlerle bana baktı.
“Son zamanlarda, sadece kısa bir süreliğine dahi olsa ablam kolaylıkla yoruluyor. Onu sizinle buluşması için tekrar getireceğim!” Onlar bir şey diyemeden hemen dedim.
Tezevia aklı karışmış bir şekilde önce bana sonra ebeveynlerimize baktı. Elimde ablamın koluyla beraber hızlıca uzaklaşmaya başladım.
“Bugün odanızda kalın. Lütfen!” Uzaklaşırken anne ve babama söyledim.
“Yerenica?”
“Gitmemiz lazım!”
Şansıma sezgilerim doğruydu.
“—!”
Yarım saatten az bir zaman önce, uzaklardan kırmızı bir bayrak duvarın ardından sallandı. Hemen sonra, beş farklı yerde aynı anda yangın çıktı. Bu düşman saldırısının bir işaretiydi.
“Saldırı altındayız!”
Her neyse, ne kadar haklı olduğumla ilgili bir iş kurmalıyım! Bak!
Ablamın elini kavradım ve koşmaya başladım.
“Yenny, neler oluyor?” Tezevia bağırdı.
“Zamanımız yok. Abla. Buraya!”
Hamile bir kadın yürürken dikkatli olmalı ama koşarken daha da dikkatli olmalı. Ama şu anda, bunu unutabiliriz. Sonuçta, imparatorluk tarafından kaçırılmaktan daha iyidir.
Ablamı hızlıca Yıldız Sarayı’na yönlendirdim. Orada bu zaman için hazırladığım bir yer var.
Sarayın merdivenlerinden yukarı çıktım ve ablamı ikinci katın sonundaki bir odaya iteledim.
“Yenny, Yerenica. Anne ve babam…” Tezevia ağlıyordu.
“İyi olacaklar.”
Ablama moral vermeye çalıştım. Aslında, Lebovny’nin kral ve kraliçesi esas hikayede iyilerdi. Sonuçta, Belgoth imparatorunun hedefi prensesi kaçırmaktı.
Tezevia bana inanmışa benzemiyordu. Sonuçta cama huzursuzca baktığım için kaçacakmış gibi görünüyordum. Bunu yapmak istememiştim.
Odadaki boş kitaplığı kolaylıkla ittim.
Orada tek bir kişinin sığabileceği küçük bir kare boşluğu vardı.
“Oraya gir, abla.” Akan yeri silerken boşluğu işaret ettim.
“?..”
Ablam gözleri yaşlı yüzüyle bir bana bir de boşluğa baktı. Açıklamamı istediğini söyleyebilirdim. Ama zamanım yoktu. Uğultu sesi şimdi daha yakından duyulabiliyordu.
Ablamı hızlıca boşluğa yönlendirdim. Açıkçası, boşluk Brisney için büyüktü ama bir yetişkin için dardı. İkimiz birlikte sığamazdık. Bunu yapamazdım.
Kitapta yazıldığına göre Batı Sarayı’nın ikinci katının sonundaki kitaplığın arkasında başka bir saklanma yeri daha vardı. Lebovny’e dönen Brisney, Alexio ile kavga etti ve bu gizlenme yerine ondan saklandı. Eğer yanlış tuşa basarsan bir zindana düşersin.
Emin değilim ama yine de ablama söylemeliydim.
“Yerdeki küçük düğümü görüyor musun? Eğer İmparatorluk Ordusu bu odaya girerse… Sadece ona bas. Seni bodruma yönlendirecektir.”
“Yerenica.”
“Bu çatlakların ardından izlemek zorundasın, tamam mı?”
“Yenny!” Tezevia ıstırap içinde bağırdı. Yüzü soluktu ve yaşlıydı.
“Bana bir açıklama yapar mısın? Neler oluyor?”
“Daha sonra.” Dedim, “Şimdilik, sadece Brisney’i düşün.”
Boşluğu tekrar kitaplık ile kapattım. Kitaplığın arasındaki çatlakların ardına baktım.
“Sonra görüşürüz, abla.”
Bunun Ablam, Tezevia’yı, son görüşüm olacağını hiç düşünmemiştim. Bilmiyordum!
Her neyse, Tezevia’yı güvenli bir şekilde sakladıktan sonra, gizlice sarayın dışına çıktım. İkinci boşluğa girmemin zamanı. Birinci kata inerken etraf insanların çığlıkları ve birbirleriyle çarpışan metal sesleriyle doluydu.
“Prenses!” Beni arayan Lebovny şövalyelerinin bağırışları duyulabiliyordu.
“Prenses Yerenica!”
Şıngır şıngır şıngır şıngır. Sesin yaklaştığını duyabiliyordum.
Hık, bir hata mı yaptım? İkinci kattaki dolapta mı saklanmalıydım? Her hâlükârda, Sergie beni kurtarmaya gelecek…
Yıldız Sarayının sütununun arkasından dışarıya baktım.
“Hığk.”
Gördüğüm şey yüzünden nefesim kesildi. Önümdeki bu sahne, romandaki sözcüklerin tanımladığının tıpatıp aynısıydı.
Kırmızımsı-mor bir bayrak dalgalandı. Önümde duran gümüş kılıç güneşte parladı. Çabucak idi ama yerdeki diğer sütundaki kanı ilk bakışta gördüm.
“Aman Tanrım. O da neydi?”
Bu bir şaka değil, değil mi? Sütunun arkasına geri çömeldim ve dudaklarımı çiğnedim.
Tek barınak batı sarayında. Batı sarayında benzer bir yeraltı deliği vardı. Brisney çocukken sarayda bulduğu başka bir delikti.
Sanırım oraya gitmek sorun olmaz?.. Yoksa Sergei’nin buraya gelmesini mi beklemeliyim?
Ama huzursuz önsezi tekrardan geldi. Sergei beni kurtaracağını nasıl bilecek? Beni nerede bulacağını nasıl bilecek ki?
Esas hikayeye inanan biriydim ama aynı zamanda esas hikayeyi yok eden ana zanlı da benim. Sonunda, titreyerek ayağa kalktım.
Batı sarayı hemen köşedeydi. Gözlerden uzak olmak için dikkatlice sütunların arasından ilerleyebilirdim.
“Ah, Si—“
Diğer taraftaki takırtı yüzünden tüylerim diken diken oldu.
Derin bir nefes aldım ve önümdeki sütuna baktım. Evet. Eğer koşabildiğim kadar hızlı koşarsam tekrar bir sütunun arkasına saklanabilirim. Bence bunu yapabilirim.
Kafamı yukarı kaldırıp etrafımdakilere bakar bakmaz eğilip elbisemi kaldırdım ve koşabildiğim kadar hızlı koştum.
İşte bu!
Bir sütun.
“Oh.”
Hiçbir yardım olmadan sütunlar arasından geçmeyi başardım. Oh, harika. Hadi batı sarayına böyle gidelim.
Saydım ve geriye kalan altı sütun vardı.
Kahretsin. Bu çok fazla. Tekrar sütuna bakıp sessizce küfrettim. Görünüşe göre şövalyeler henüz buraya kadar gelmemişti.
Sahip olduğum her şeyle koştum.
“Hiyaa.”
Bilinçsizce ağzımdan çıkan garip sesle yere yumuşak bir biçimde indim. Sütunun arkasına saklanır saklanmaz ağzımı elimle kapatıp etrafıma baktım.
Hiç kimse mi? Mükemmel, Mükemmel. Gidiyoruz!..
Bu şekilde iki tane daha sütundan geçtim. Şimdi, sadece iki sütun kalmıştı. Yüksek yer hemen köşe başındaydı.
Sütunun dışına baktım ve gümüşi bir şeyi fark ettim ama görmeden geldim. Şu anda kimse bakmıyor.
Sonraki anda doğrudan bana bakan bir çift gözle karşılaştım.
“!”
Yüreğim ağzıma geldi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken sütuna yapıştım. Peki. Ne zamandır beni izliyordun?!
Gözler görkemli bir mordu. Bunun ne anlama geldiğini bilmeden önce bana yaklaşan ayak seslerini duydum.
Zırhı duyabiliyordum, sütuna yapışan bedenim aşağıya doğru kaydı. Sütunun arkasına saklanıyordum ve ayak sesleri yaklaşırken gölgenin daha da büyüdüğünü görebiliyordum.
Kalbim o kadar çok atıyordu ki patlayacakmış gibi hissettim. Ağzımı elimle sıkıca kapatmadan önce nefes verdim.
Soluk. Soluk.
“…”
Ağlayacak gibiyim. Kalbim ısrarla ağladı. Sergei, bu beni kurtarma zamanın! Eğer şimdi ortaya çıkarsan sana bir milyon tane öpücük veririm. Ortaya çık! Lütfen!
***
Çevirmen: Ashera
Geliyor gelmekte olannn!