Seduce the Villain's Father - 4.Bölüm
Gördüğüm yüz güzeldi. 25 yıl yaşadıktan sonra önceki hayatımdaki yüzüm şu anki yüzümle kıyaslayamayacağım bir şeydi, o zamanlar bir kalamara benziyorum.
Uzunca bir süre aynayı okşadım ve yüzüme hayran kaldım. Aşağıya baktım ve yaşadığımı fark ettim, ama buna inanamadım.
Yumuşak pembe saçlar belin çevresinde sanki dokunsam eriyecekmişçesine dalgalandı. Aynı şey yanaklar için de söylenebilir. Kar kadar beyaz. Ne kadar bakarsam bakayım 17 ila 19 yaşları arasında görünüyordum. Belki bu aralarda bir şey?
“Öldüğümü sanmıştım… Öldüğümü.” Büyük bir gülümseme ile mırıldandım. Dışarıya çıkan ses bal kadar tatlıydı.
Eğer biraz daha büyüseydim etrafımda bir sürü yakışıklı adam olurdu. Gülümsemeden duramadım. Bu bir ünlünün kaderi.
Daha iyi hissedeceğim, iyi olacağım. Artık kira hakkında endişelenmeme ya da maaş çekinden maaş çekine yaşamama gerek yok.
Bu tek başına yeterince iyi. Tanrım, şimdiden çok iyi hissettim. Büyük ikramiyeyi kazanmış gibi hissediyorum.
“Uh-Huh.” Ölmemiş olsam bile bu iş görür!
Bu güzel yüz için minnettarım. Bunu almak çok zor olmuş olmalı. Önceki hayatımda ülkemi kurtarmış olmalıyım.
Ama sonra şaşırtıcı bir şey yaşandı. Tam aynayı öpmek üzereyken on tane hizmetçi içeri daldı.
“Uyanmışsınız, Prenses!”
“Evet, evet?” Ona boş boş baktım. Kıyafetleri aşırı gerçek görünüyordu.
Ayak bileğine kadar uzanan zarif bir siyah elbise üzerine önlük. Saçın üstüne düzgünce sarılmış bir hizmetçi saç şapkası. Ama en şaşırtıcı şey bana “Prenses” demeleriydi.
“Eh… Prenses? Huh?” Bir aptal gibi kekeledim. Konuştuğum dil de ne? Korece ya da İngilizce değil. Burası, burası hangi ülke?
Bayan hizmetçi “Bir hafta uyanmadınız. Herkesin ne kadar endişelendiğini bilmiyorsunuz. Daha iyi hissediyor musunuz? ” Dediğinde hala şoktaydım.
“Evet, e-evet?”
“Aman. Neden aniden bana çok resmi bir şekilde cevap veriyorsunuz, prensesim?”
Kahverengi saçlı hizmetçi beni neşelendirmeye çalışırken kahkahalara boğuldu. Ve ben sadece aynanın karşısında midemi boşaltabildim.
Burada neler dönüyor be?
Bundan sonra bir varil dolusu suyla yüzümü sonrasında ise kollarımı ve bacaklarımı yıkadığımı hatırlıyorum. Minik, sert bir fırçayla dişlerimi fırçaladım. Bütün bu işleri kendim yapmadım. Sadece yatakta oturdum ve boş boş hizmetçilere baktım.
“Uh-oh…”
“Sorun ne, Prenses? Bir şey rahatsız mı?”
“Hayır…”
Prenses. Prenses?
Ölmedim. Yaşıyorum ki bu iyi. Bir prenses olarak yaşayacağım!
Saçlarım örülürken bir soru aklıma geldi. “Buranın neresi olduğunu biliyor musunuz?” Dikkatlice sordum.
Konuşur konuşmaz bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum. Hizmetçinin gözleri sanki daha da büyüyemeyecek kadar açıktı.
“Prenses!”
“Çabucak Majestelerini getirin, hayır, önce bir psikolog çağırın!”
Dünyam şıp diye altüst oldu. Etrafta çılgınca koşan hizmetçileri görünce şaşkına döndüm.
“En genç prenses aklını yitirdi!”
Sadece kafam karışırken onları izleyebildim.
***
Kısaca, Yereninovica Shubia Lebovny’nin bedeninde uyandım. Lebovny Krallığı, Liger kıtasının ortasındaydı ve ben bu krallığın en genç prensesiyim.
Anne ve babam olduklarını iddia eden kral ve kraliçe uyandığım zaman beni ziyaret etmeye geldi. Uyandığımda ilk defa kırmızı saçı gördüm. Tutulurken birkaç gün boyunca tüm gün ağladım.
“Yerenica. Bizim sevgili Yeni’miz. Beni, anneni, hatırlamıyor musun?” Kraliçe gözyaşlarına boğuldu.
“Eh…”
Benim bir annem yoktu. Bir babam bile.
Kraliçe bana üzgünce baktı ve üzüntü gözyaşlarına boğuldu. Yani, ben de onunla beraber ağladım. Tekrar yaşamak güzel ama bu bedende olmak iyi mi?
Garip bir şey fark ettiğimde bir kaç gün sonrasıydı. Önümdeki muhafız şövalyesine boş boş baktım.
“Uh, Adın ne demiştin?”
“Fernandez Cardi, Prenses.”
Cardi!
Bir farkına varma parıltısı aklımda çaktı. 15 gün boyunca kullanılmadıktan sonra bu donmuş beyin tekrar çalışmaya başladı.
Cardi, bu ismi bir yerlerde görmüştüm. Düşüncemin sonunda gülmeden duramadım, “Oh. Bu olamaz.”
“Evet ?”
“Doğru. O Cardi olamaz. Çılgın bir hayal gücüm var~”
Bunun hakkında dikkatlice düşündüm ve sadece ölmeden önce okuduğum kitabı buldum. Benimle dalga mı geçiyorsun?
Yani, Fernandez Cardi mi dedin sen?” Tekrar sordum.
“Evet, Prenses?”
“Bir oğlun var mı? Ya da bir erkek kardeşin?” Bildiğim tek Cardi’nin ölmeden önce okuduğum romanın erkek kahramanı olduğunu bildiğimden sesim titredi. Kalbimin durduğunu duyabildim.
Alexio Lazar Cardi.
Bu asla unutmayacağım bir isim. Lexi’yi kalbimi kaç defa verdim? Bu üzücüydü.
Fernandez cevaplarken kafasını eğdi, “Oğul mu? Ben bekarım, Prenses?”
“Oh?”
“Ve ailemin tek çocuğuyum.”
Evet. Bu sadece bir tesadüf ya da kafamda olan bir şey olmalı. Dalga geçmiyorum. Bir kitabın içine geldiğimi düşünmek…
“Uğh…” Ve ilkbahar gibi hatıralar aklımdan hızla geçti.
Bu ölüm anıma dek saplantılı bir şekilde okuduğum romandı. Okumayı bırakamadığım bir roman, ‘Brisney Mutlu Olmak İstiyor’
Daha fazla anı geldi. Lebovny. Linger Kıtası. Cezanne Dağları’nın ötesindeki Belgoth İmparatorluğu. Bütün bunlar hatırladığım tanıdık isimler.
Şimdi düşündüm de bu garipti. Benim adı Tezevia olan güzel kırmızı saçlı ablam ayrıca romanın başında kaçırılan Brisney’nin annesinin ismi!
Bunu daha yeni fark ettiğime inanamıyorum…
Hikayenin geçtiği yerleri hatırlamaya çalışırken kafamı kavradım.
Lebovny Kahraman Brisney’nin krallığıydı. Ülke bir kuşun tırnağı kadar küçüktü ama kıtanın batı ve doğu taraflarını bağladığından büyük bir güçtü.
Brisney, Lebovny’nin ilk prensesi Tezevia’nın kızıydı. Erkek kahraman, Alexio Cardi onun muhafız şövalyesiydi.
Prenses ve onun muhafız şövalyesinin aşk hikayesi. ‘Brisney Mutlu Olmak İstiyor’daki ana olay örgüsü.
Romanda başka bir başrol daha var.
Liger’ın doğu kısmından bir imparator. Belgoth İmparatorluğu’nun zalim hükümdarı, Deckard Belgoth. ‘Brisney Mutlu Olmak İstiyor’un kötü karakteriydi.
Dudaklarımı çiğnedim. “Aman tanrım.” Ansızın kafamı kaldırdım, “Ben sahiden romanın içindeyim.”
“Evet?”
“Senin gerçekten bir oğlun yok, değil mi?”
“Hayır, yok, Prenses. Neden soruyorsunuz?”
Birdenbire zonklayan bir baş ağrım vardı. Bu ulaşabileceğim tek sonuç.
Daha ana karakterlerin bile doğmadığı bir romanın içine taşındım.
Bunu fark ettiğimde gerçekten bayılacakmışım gibi hissettim. Bu iyi görünmüyor. Eğer birine bir romanın içine taşındığımı söyleseydim, buna kim inanırdı ki?
“Hadi canım!”
Olamaz. Bu çılgınca ama bunun hakkında düşünürsem her şey taşlarına oturuyordu. Bir noktadan diğerine, bütün bu şey garipti ama mantıklıydı. Neden bilmiyorum ama öyle.
Ne oluyor be ?!
Bu hiç de bir rüya değil miydi? Burada hiç okul veya kar yok. Uyandığımda küçük ama rahat odama geri döneceğim.
Ama dönmedim. Zaman benimle alay edermişçesine geçti. Bir ay, iki ay geçti. Sekiz ayın ardından hiçbir şey değişmedi.
***
Şu an, günümüz.
A planı başarısız oldu ve şu anda B planıyla boğuşuyorum.
Dük Lebanon’nun bahçesinde ablamın önünde oturuyorum. Ablam Tezevia dikenleri olmayan kırmızı bir gül gibi güzel görünüyordu. Benim yeğenim ve bu hikayenin kadın başrolü, birkaç gün önce Brisney olarak adlandırıldı.
“Hiç sanmıyorum.”
Sadece beş gün içerisinde, değişim pek göze çarpmıyordu. Evet, bu muhtemelen senin hatan. Brisney, lütfen hazirandaki son tarihinde doğabilir misin? Orijinal hikayeyi takip etme, bebek.
Yoğun bir bakışla ablamın karnına baktığım hakkında hiç bir fikrim yoktu.
“Yerenica?” Tezevia bana endişeli bir sesle bana seslendi.
“Huh? Uh-hu?”
“Ne yapıyorsun? Utandım.” Ablam kızarmaya başlarken belli belirsiz gülümsedi.
Bakışlarımı onun karnından uzaklaştırmayı başardım ve garip bir şekilde gülümsedim.
“Brisney’nin yakında doğacak olması harika bir şey.” Gülmekten çatlarken bu sözler %100 samimiydi.
***
Çevirmen: Hyden