My Fiance is in Love with My Little Sister - 5.Bölüm
Takırt! Yere çarpan porselen sesi kulağımda çınladı. İkinci hayatım böyle başlamıştı.
“Ne oldu, Ilya?”
Soleil bana doğru dikkatle bakıyordu. Kafamın içine, çoktan bitmiş eski hayatımın anıları dolmaya başladı. Bayılacakmışım gibi görünüyordu. Gözlerimin önünde o zamankiyle aynı beyaz masa vardı. O gün için hazırlanan çay tabakları, saçılmış küçük çiçeklerin güzel tasarımıyla süslenmiş beyaz porselenlerdi. Bilhassa, kız kardeşimin sevdiği ürünleri olan her zamanki tüccardan sipariş etmiştim. Siyah çay yaprakları, kokularını her zaman sevmiş olan Soleil için hazırlanmışken, tatlı sevmeyen Soleil ve seven Silvia için ayrı ayrı birkaç çeşit taze pişmiş hamur işi yapılmıştı. Annemin, bu işi hizmetçilere bırakmamın sorun olmayacağı sözünü dikkate almayıp, kendim hazırlamıştım. Bunu yapmasaydım, sakinleşemezdim.
Bu çay partisine kadar, bu ana kadar, kız kardeşim ‘benim tatlı, sevimli Silvia’m’ olmuştu. Soleil hiç şüphesiz, bana değer veren tek kişi, nişanlımdı. Onların hatırına, bu çay partisini keyifli bir etkinliğe dönüştürmek için her ayrıntıyı parlattım, ikisinin de rahatça zaman geçirebilmesi için önceden hazırlıklar yaptım, talimatlar verdim ve planlar yaptım. Bu yüzden her şeyin yolunda gideceğini düşünüyordum. Ta ki o ikisi tanışana kadar.
Güllerin özenle seçilerek yetiştirildiği ve güzelce açtığı bahçe, annemin gurur kaynağı olduğu gibi, her misafir davet edildiğinde, çay partilerinin yapıldığı yerdi. Bu yüzden, bu sefer de kullanılmıştı. Çünkü böyle yapılırsa hiçbir şeyin yanlış gidemeyeceğini düşünmüştüm. Masa örtüsünü serdim, sofra düzenini ayarladım, hizmetçilerin çay ve hamur işlerini yerleştirmelerini izledim ve burada kardeşim ile nişanlımın gelmesini bekledim. İlk ortaya çıkan kişi olan nişanlımla keyifli bir sohbet ederken, kız kardeşimin gelmesini bekledim. O kız gülüp bu sabah harika hissettiğinden bahsediyordu. Yani, kesin çay partisine katılırdı. Çok şükür tanrım. En kısa zamanda onları tanıştırmak istediğimi düşünüyordum. Tatlı küçük kız kardeşimi övündüğüm nişanlımla hemen tanıştırmak istedim.
Nişanlımla havadan sudan konuşurken, çime basan birinin ayak sesini duydum. ‘Ah, kız kardeşim gelmiş’ diye düşündüm ve başımı kaldırdım. Ansızın, gözüm yanımda oturan nişanlıma kaydığında, yüzünün sersemlemiş birinin yüz ifadesine büründüğünü gördüm. Her zamanki kusursuz ve havalı profili şimdi tuhaf bir yüz ifadesi takınmışçasına, biraz aptalca duruyordu. Bunu görmek kalbimi parçaladı.
… … Ah, yine aynısı.
Kafamın içinde birisi bunu fısıldadı. Bir anlığına nefesim kesildi.
… … Bu sefer de aynısı oldu.
Çok açık bir biçimde, bildiğim bir ses, bunu söyledi.
Silvia, annemin büyütmek için çok çaba gösterdiği açık pembe bir gülü taşıyarak bize doğru geliyordu. Beyaza çalan bej rengi elbisesi, bembeyaz tenine çok yakışıyordu. Gevşekçe bağlanmış, rüzgarda dalgalanan gümüş saçlarıyla, kilisedeki melek resminin tıpa tıp aynısıydı. Kanımın tenimden çekildiğini biliyordum. Görüşümü engellemek için fal taşı gibi açılmış olan gözlerimi kapattığımda, ilk hayatımın anıları kafamın içine doluşmaya başladı. Titreyen elim tabağını tuttuğum fincanı yere düşürdüğünde, şiddetli bir ses çıkmıştı.
“Ne oldu? Ilya.”
Fark ettiğimde, yanımda oturuyor olması gereken Soleil ayağa kalkmıştı. Onun karşısında kız kardeşim Silvia duruyordu. Vücutlarının çarpıştığını görebiliyordum. Önceden de onları böyle yan yana dururken görmüştüm. Evet, önceki hayatımda bir kere. Kendini tekrar eden bu anda, göz açıp kapayınca kadar, kaybettiğim hayatımdaki anıları tekrar hatırlamıştım. Dudaklarımdan kaçmak üzere olan çığlığı iki elimle bastırarak durdurabilmiştim.
Hâlâ kendimi kaybetmememin sebebinin, muhtemelen Soleil’e olan bağlılığımdan kaynaklandığını düşünüyordum.
İlk çay partisinde yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Karışmış olan kafamın içinde bir yerlerde, geçmiş hayatımdaki benim, bu sefer kesinlikle hata yapmamam konusunda beni uyarmasının sebebi buydu. İlk düşündüğüm şey gülümsemem gerektiğiydi. Gülümseyerek bu düşünceleri def etmeliyim. Birbirlerine bakan o ikisini affetmem gerekiyor.
Telaşla ayağa kalkıp ayağımı masaya çarptığımda, masadaki tabak çanak, garip biçimde yüksek bir ses çıkardı.
“Ne oldu? Kendinde gibi değilsin.” dedi Soleil alayla gülümseyerek.
Elbisemin altında ayaklarımın titrediğini fark ettim.
“Özür dilerim.”
Gülümsediğimde, Soleil de gülümseyerek ve sırtımı hafifçe sıvazlayarak karşılık verdi. Rahatlatıcı görünen bir davranış gösterdiği için, neredeyse ağlayıveriyordum. Bana bir zamanlar katil diyen ve nefret içinde beni asla affetmeyeceğimi söyleyen kişi artık burada değildi.
Bana bir şans verildiğini, tanrının hayatımı düzeltmem için şans verdiğini ve yanlış suçlamalar yüzünden hazin bir şekilde ölen benim tarafımda olduğunu düşündüm.
“Soleil-sama, bu benim küçük kardeşim Silvia.”
Gülümseyerek, yüzümün doğal bir ifadeye bürünmesini sağladım. Asil olarak doğduğunuzda, böyle bir ifadeyi kolayca takınabilmeye başlıyorsunuz. Gülümsediğimi gören Soleil de gülümsedi. Bana bakan gözleri, beklendiği gibi, hiçbir duygu barındırmıyordu. Ama en azından, nefret belirtisi de yoktu.
“Sizinle tanışmak bir zevk, ağabeyciğim.”
Soleil gözlerini benden Silvia’ya çevirdiğinde, bir anlığına göz göze geldiler. Bu sahneye bakarken, kıyafetlerimin üstünden, hızlı hızlı çarpan kalbimi bastırıyordum. İnce bir buz tabakasını andıran gözlerinde, her zamankinden farklı bir renk parlayıp söndü. Bunu yakalayabilmiştim.
“Tanıştığımıza memnun oldum, küçük kardeş. Yine de bana ‘ağabey’ demek için biraz erken değil mi?”
Ah, şimdi anlıyorum. Eğer çay partisine böyle sakince ev sahipliği edersem, bu sefer her şey böyle huzurlu ilerleyecek, değil mi? Önceki seferdeki kargaşanın gürültüsü, yerini sadece hafiften esen bir melteme bırakmıştı.
Her şey yolunda, her şey yolunda, yapabilirim. Geçen seferkiyle aynı yolu izlemeyeceğim. Aynısı olmayacak, o sona ulaşmayacağım.
Soleil dik dik, gözlerini yere indirip uysal bir yüz ifadesiyle vücudunun çok sağlıklı olmadığını söyleyen Silvia’nın yüzüne bakıyordu. Parmak uçlarının titrediğini fark etmemiş değildim. Kız kardeşime dokunmak istediğini biliyordum. Bu kısa ömürlü kıza deli oluyor olmalıydı. Hiç çekinmeden bana dokunabilen parmakları, kız kardeşime dokunmaya kıyamıyordu. Sanki kafasının içinde “Dokunmak istiyorum, ama yapamam.” diyen bir ses yankılanıyordu.
“Hayır, sakinliğini kaybetmemen lazım.” diyerek önceki hayatımdaki ben uyardı. Soleil ve Silvia’yla önemsiz bir sohbet başlatırken, aklımı ve kalbimi defalarca kez ‘Anlıyorum, her şey yolunda.’ diye tekrar ederek ikna etmeye çalışıyordum. Soleil tarafından hoşlanılmamak, nefret edilmek istemiyorum. Şimdiye kadarki davranışlarım yüzünden, çoktan telafi edilemez bir duruma dönmüş olsam da, en azından nefret edilmekten kaçınmalıyım. Artık bunu başarabilirim. Nasıl olsa, bundan sonra yaşanacak her olayı biliyorum. Tek yapmam gereken, yanlışlarımı düzeltmek. Çok kolay değil mi? Şu an çay partisinde nasıl yapmışsam, devamını da düzeltebilirdim.
… … İkinci hayatım, böylece, ilk hayatımdaki gidişatı düzelterek başladı.
Ne söylenirse Soleil memnun olmaz, ne yapılırsa başarısızlığa yol açar, eski benim göremediği her şey, bana son derece netti. Önceki hayatımı çok berrak bir şekilde hatırlıyorum demek yerine, açıkça bundan sonra neler yaşanacağını bildiğimi söylemek daha doğru olurdu. Daha hiçbir şey başlamadan bile, bundan sonra meydana gelecek olaylar, gözümün önünde tekrar canlanmıştı. Bu yüzden, eski varlığımdan daha mutlu bir hayata yol açacak olan seçenekleri seçtim. Kolaydı. Sadece ne yaptıysam tam tersini yapmam gerekiyordu.
Fakat, yine de, ne olursa olsun tam olarak arzuladığım şekilde gitmeyen durumlar vardı. Mesela, bilmediğim bir kasabada, beklenmedik bir şekilde karşılaştıklarında. Ya da Soleil’in, hastalandığı için yatağa düşen Silvia’yı ziyaret etmeye gittiği zaman. Bir de, benim haberim yokken Silvia ve Soleil’in arkadaşının tanıdık olmuş olmaları gerçeği vardı. Bu şekilde, yer alamadığım ve istediğim şekilde düzeltemediğim olaylar vardı. Karşı gelemediğim devasa akıma, kader denilen bu güce inanmaktan başka seçeneğim yoktu.
Başka bir deyişle, ne yaparsam yapayım, o ikisinin birbirlerine aşık olmasını önleyemedim. Neyin mümkün olduğunu söylemek gerekirse, en azından, Soleil’in bana kin gütmesinin önlenebileceğini söyleyebilirim. Tek yapabildiğim buydu, sadece bu kadardı.
Ama aslında, sadece bu bile, bana hayal ettiğimden çok daha fazla acı çektirdi.
İyi yapabileceğimi düşünmüştüm. Dürüst olmak gerekirse, hayatı küçümsediğim söylenebilirdi. Bir kere yaşadığım için, kendimi Tanrı gibi hissetim ve doğru yolu seçebileceğimi sandım. Hayır, aslında seçebileceğim tek bir yol vardı ve niyetim de o yolu takip etmekti.
Seçeneklerden yoksun bir hayat, ne kadar değerliydi ki?
Böyle bir şey, bir anlam bile taşıyor muydu ki? Duygularımı ileten sözleri sır gibi sakladım. Yapmak istediğim şeyleri yapmadım. Dürüstlükten ayrılıp gerçek fikirlerimi kalbimin derinliklerine gömdüm. Düşüncelerim, ağzımdan çıkan sözlerle uyuşmadı. Bir illüzyonun içine kapatılmışçasına, sanki ezberimden, başkasının yazdığı bir satırı okuyormuş gibiydim. Bazen, nefes alıp almadığımdan bile emin değildim.
Gerçekten kendi hayatımı mı yaşıyorum?
Geçen her gün, yaşlandığım her an, kendimi böyle bir soruyu sorarken buldum.
Bu şekilde geçen günlerin sonunda, Soleil’le evlendik. İlk hayatımdakinin aynısıydı. İkisini ayıran tek fark, Silvia’yla kardeşler olarak iyi bir ilişkiye sahip olmamızdı. Soleil’le ben de, önceki hayatımda olduğundan çok daha fazla birbirimizle yüz yüze gelebildik.
Hayat, öncekinden daha iyi gidiyordu.
Fakat düzeltilemeyecek kadar boş bir hayattı.
Hapishanede dua ederek geçirdiğim günlere çok benziyordu. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Ne özgürdüm ne de düşüncelerimi iletebiliyordum.
Ne sözlerimde, ne davranışlarımda, anlam bulabildiğim hiçbir şey yoktu.
***
Çeviren: Kömbe