My Fiance is in Love with My Little Sister - 2.Bölüm
Yalnızca aşk olmalıydı.
Evet, başlangıçta ve yarısına gelene kadar öyle gözükmüştü.
Buna şüphe yoktu.
Bu hislerin bozulmaya başladığı an dahi, ne zaman bozulduklarını bilmedim.
**********
“Oh, Soleil-sama yine Silvia-sama ile beraber, değil mi?”
Yanımda yürüyen arkadaşım avluya doğru bakarken aniden dudaklarından bir mırıltının döküldü. Eğer gözlerinin odaklandığı yere bakarsanız birbirlerine sıkıca sarılmış iki kişi görürdünüz. Bir kez daha bir deja vu hissi ortaya çıktı.
Akademinin avlusunda, insanlardan soyutlanmış bir köşede duran bankta oturan o ikisinin görüntüsü beklenmedik bir şekilde göze çarpıyordu. Ne yaptığınızı farkında mısınız? Etraftaki insanların bakışlarından hiç mi çekinmiyorsunuz? Buradan geçen çok kişi olmamasına rağmen, arada bir geçen öğrencilerin hepsi onlara göz atmayı ihmal etmiyordu.
“Onları çağırmamak gerçekten doğru mu?”
Olağanüstü güzelliğiyle dikkat çeken arkadaşım, elini altın rengi saçlarında gezdirirken sordu. Sorusuna karşılık nazikçe başımı salladım.
“Kardeşimle bu kadar ilgilendiği için Soleil-sama’ya minnettarım.”
Kendimin bile saf bir tonda söylediğimi düşüneceğim ölçüde, herhangi bir duygudan yoksun bir şekilde kolayca bu sözleri dile getirdim. Kendisini sayısız kez tekrar eden bir hayatta, özellikle küçük kız kardeşimi etrafını saran bakışlardan koruyan Soleil-sama’yı korumak için, bu sözleri defalarca kez söylemiştim. Nişanlın yanında değilken başka bir genç kadınla yalnız kalmak övülecek bir davranış değildi, ancak o genç kadının ablası nişanlınsa, durum değişiyordu. “Aile olacaklar sonuçta.” sözlerinin haklı bir mazeret olduğunu biliyordum.
“Ilya-sama, bakıyorum da çok hoşgörülüsün.”
Güzel arkadaşım Marianne başka bir şey söylemeyerek güldü. Çünkü nişanlıma yaklaşan her kadını izlediğimi biliyordu. O da o kadınlardan biri olmuştu.
İlk hayatımda, Marianne’ın nişanlıma yaklaşmaya çalıştığıyla ilgili bir dedikodu duymuştum, bu yüzden bir keresinde onunla konuşmaya gittim. “Sakın nişanlıma yaklaşma.” Şimdi düşünüyorum da, rakibim benden yüksek bir statüdeydi ve ben kendi statümü unutmuştum.
O zamanlar, etrafımdakileri ve takınmam gereken tavrı idrak edemiyordum. “Aşkın kör ettiği bir kadın” geçmişteki halime en uygun tanımdı. Öyle bir olaydı ki, Marianne’ın ailesi resmi ihtarname gönderip tazminat talep etse garip olmazdı. Söylentiler tarafından yanlış yönlendirildiğim için gerçekleri doğrulamadan hareket ederek yalan yanlış suçlamalarda bulunmuştum. Neden olayın büyümediğini ve şimdiki hayatımda yakın arkadaş olduğumuzu merak ediyordum.
“İkinizi rahatsız etmek gibi bir niyetim yok.” dedi ve göz kamaştırıcı bir yüz ifadesiyle kahkaha attı. “İki aşığın arasına girecek kadar hödük değilim.”
Bu çay partisinden sonra yaşansaydı, ironi yaptığını düşünürdüm ama Marianne’la bu konuşmayı nişanlım ve kardeşimin tanışmasından bir hayli önce yapmıştık.
Bu yüzden bu sözleri duymak beni kendimden geçirmişti. Başkalarının bakış açısından nişanlımla birbirimize ilgi duyuyormuşuz gibi gözüküyordu. Nişanlım beni seviyormuş gibi gözüküyordu. Bu kadar aptalca hayallerim olduğu için Marianne’a olan olumsuz duygularım arkadaşlığa dönüşmüştü. Başka bir deyişle hoşgörülü olan ben değil, oydu.
Marianne’ın Soleil’e yaklaşmaya çalıştığıyla ilgili rahatsız edici bir dedikodunun olması, Marianne’ın aile statüsünün yanı sıra göz alıcı muhteşem görünüşünden de kaynaklanıyordu. Ailesi kontların arasında en yüksek seviyedeydi, Soleil’in ailesine yakındı ve bu mantığa yatkın dedikodu, eğer ben olmasaydım hiç şüphesiz Marianne’ın Soleil’in nişanlısı olacağını söylüyordu. Söylentiyi bir kenara bıraksak bile, Soleil ve Marianne’ın birbirine yakıştığı bir gerçekti.
Ona bunlar söylenecek olsaydı, gülümseyerek “Nişanlımdan başka birine o gözle bakmadığım için, kırk yıl düşünsem aklıma öyle bir fikir gelmezdi.” derdi. Gözlerinden aşık olduğu anlaşılıyordu. O zamanlar, aynaya baktığımda benim gözlerim de aynen o şekilde olduğu için, sözlerine hemen inanmıştım.
… … Eski hayatımda arkadaş olmamıştık ama.
Uzun, çok uzun bir zaman önce, ilk hayatımdaki ben, Marianne’la birçok kez sosyal etkinliklerde karşılaşmasına rağmen ancak bir iki kelimeden konuşmuştu. Aynı unvana sahip olsak da rütbelerimiz farklı olduğu için her zaman rakip olarak görülmüştük. Çevremizdeki insanlar birbirimize yaklaşmamıza müsaade etmezdi.
Ama önceki hayatımda bana düşmanca davranmışsa da bu hayatımda yakın arkadaş olmuştuk.
Böylece art arda gelen yaşamlarda bazen birkaç tutarsızlık doğuyordu.
Neden bilmiyorum ama, ne olursa olsun hiçbir geçmiş hayatımda o çay partisinden önceki anlara dönmemiştim. Bilerek bir şey yapmam gibi bir durum söz konusu değildi. Belki de eylemlerimin bilinçsizce etkilendiğini ve böylelikle önemsiz bir fark oluşabileceğini düşündüm ama bu varsayımın doğru olup olmadığını bilmiyorum. Sadece hayatım sürekli kendini tekrar etse de, diğer kişilerin eylemlerinin önceki zamanlardakiyle aynı gidişata bağlı kalmayacağını biliyorum.
Marianne’la olan da buydu. Önceki hayatımda, Marianne ve nişanlısının uyumlu oldukları söylenemezdi. Fakat, bu hayatta aşkları karşılıklıydı.
Bu küçük farklılığın neden ortaya çıktığına gelirsek, tek söyleyebileceğim benim etkileyemeyeceğim büyük bir gücün iş başında olduğu. Bu yüzden, ben dahil herkes yavaş yavaş biraz farklı bir insana dönüşüyor.
… … Ama yine de.
Ama yine de, hayat ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın, sadece onun kız kardeşime olan derin aşkı hiç değişmiyor.
Kardeşimi o kadar mı çok seviyor?
“Ilya-sama, gerçekten çok naziksin. Aileni Silvia-sama’nın akademiye başlaması için ikna bile ettin.”
Marianne nişanlım Soleil ve kardeşime doğru bakarken sohbeti devam ettirdi. Soleil arkaya doğru taranmış parlak koyu saçlarıyla kıdemli birinin haysiyetli ve etkileyici havasını yayarken, minik küçük kardeşim hassas ve narin yapısından dolayı çok genç görünüyordu. Arkadan bakıldığında birbirlerinden çok farklı gözüküyorlardı. Yine de uyumsuz hissettirmiyorlardı, aksine boy farkları onları uyumlu gösteriyordu. Sanki, birbirleriyle çift olmak için yaratılmış gibiydiler. Marianne’ın bakışlarını takip edince Silvia’nın dalgalanan yumuşacık gümüş rengi saçlarına ulaştım. İçimden ‘Nazik değilim. Kardeşimin kaydolması için mümkün olan her şeyi yaparken yüreğimde nezaketin eseri bile yoktu. Sadece artık buna dayanamıyordum.’ diye düşündüm.
“Ablacığım, Soleil-sama akademide nasıl? Beraber öğle yemeği yiyecek misiniz?” kardeşim tatlı sesiyle nişanlımın alışkanlıklarını merakla sormaya devam ediyordu. Artık buna daha fazla katlanamıyordum işte. Nişanlım hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimin ortaya çıkmasından korkuyordum.
Soleil akademide nasıl davranıyordu bilmiyordum. Bir kere bile beni beraber öğle yemeği yemeye çağırmamıştı ki.
Yakın arkadaşına gelirsek, onu tanısam bile sadece adını ve yüzünü biliyordum. Soleil gibi iyi bir ailedendi ve dikkat çeken biri olduğu için genç kızlar arasında onunla ilgili birçok söylenti yayılıyordu. Bunu biliyordum çünkü şans eseri duymuştum. Birçok hayat yaşadığım için mizacını, ne kadar süre Soleil’le dost kalacağını, gözlerinin rengini ve bunun gibi bütün detayları biliyordum. Ama Soleil’in bizi tanıştırması gibi bir şey hiç yaşanmadı. Bütün hayatlarımda Soleil’in yanındaydı ama onunla konuştuğum anları saysak bir elin parmağını geçmezdi.
Soleil Akademi’de yanımdan geçse bile bana hiç seslenmezdi, nadiren göz göze gelmemiz dışında hiçbir iletişimimiz yoktu. Kız kardeşime aktarabildiğim detaylar yalnızca kendi bildiklerimdi.
Çay partisinden öncesine dönebilseydim, kız kardeşimin akademiye girmesine izin vermek gibi bir şeyi asla düşünmezdim. Soleil çekici bir genç adamdı. Aynı zamanda kardeşim de büyüleyici biriydi. İkisinin yakınlaşması olasılığını bilseydim, ne olursa olsun akademiye kaydolmasını önlerdim.
Ama hatıralarımın geri geldiği, kız kardeşimin nişanlıma aşık olduğu ve nişanlımın da küçük kız kardeşime bir kez daha aşık olduğunu öğrendiğim çay partisinden sonra düşünme biçimim büyük ölçüde değişmişti.
Eğer çok merak ediyorsan git ve kendin gör, doğrudan ona sormak sorun olmaz, diye geçirdim aklımdan.
Zayıf bir bünyesi olduğu için ailem ona bir şey olmasından korkuyordu ve okula gitmesine karşıydılar. Onları küçük kardeşimin iyiliği için ikna ettim. ‘Silvia’nın geleceği için onu akademiye göndermemiz şart. Çünkü şimdi bile nişanlanmamış olan kardeşim için bu iyi bir fırsat olur. Kardeşim hassas yapılı olduğu için en kısa sürede onu koruyup kollayacak birini bulmalı. Eğer durumu kötüleşirse ben ona düzgünce destek olurum.’ Ne kadar hararetli bir konuşma yapmıştım. Sanki kız kardeşimin iyiliği için olduğu sürece hiç ara vermeden konuşmaya devam edebilirmişim gibiydi.
“Okula gidebileceğim için çok mutluyum! Ablacığım, teşekkür ederim!” Kardeşimin yuvarlak yanakları heyecandan kızarmıştı. “Bir şey değil” dedim kalbimdeki acıyı yok sayarcasına gülerek. Eski ben kafamın içinden sesleniyordu.
… … Neden böyle bir şey yaparsın ki!
… … Silvia’yla Soleil’in yakınlaşmasına izin verme!
Ben bile emin değildim. Ne yapıyorum, ne yapmaya çalışıyorum, bilmiyordum. O çay partisinden önce, kesinlikle Soleil’e aşıktım. Ona olan aşkım hayatımın… hayır, varoluşumun nedeniydi. Onunla tanıştığımda sadece beş yaşındaydım ama onun yanında durmaya layık biri olmaya karar verdiğim için, ‘Soleil’in nişanlısı’ olan ben o anda doğmuştu. Yorgunluktan bıkana kadar çok çalıştıktan sonra, sonunda etrafımızdakiler beni onaylamaya başlamıştı.
Bütün çabalarımın, her şeyin anlamsız olduğunu öğrendiğimdeki çaresizliğim kelimelerle anlatılamazdı.
Soleil kız kardeşime bakıyordu. Kız kardeşim Soleil’e bakıyordu. Etraflarındakilerin fark etmemesi için duygularını gizlemeleri gerektiğinin farkındaydılar. Asla meydana çıkmamalıydı. Ancak, bakışları birbirlerine olan düşkünlüklerini herkese ayan beyan açıklıyordu, bense sadece onları uzaktan izliyordum.
Bu sahneyi sayısız kez görmüş olmama rağmen, bu hayattaki ilk seferimdi. Bu sahneyi her gördüğümde kesinlikle canım yanıyordu. Hiçbir zaman bana yöneltilmeyecek bir bakışla bakılan küçük kardeşimi izlediğimde, neden bu kadar sakin kalabildiğimi merak ediyordum. İlk hayatımda o çay partisinden sonra hala kafam karışıktı, etrafımdakiler tarafından zulmettiğim gerekçesiyle eleştirilmiştim. “Küçük kız kardeşin acınacak durumda, niye ona zulmediyorsun ”dedi anne ve babam kınayıcı bir suratla.
… … “Senin gibi bir kızımın olması utanç verici.”
Bu bir hikaye olsaydı, ana karakter kesinlikle kız kardeşim olurdu. Asla evlenemeyeceği, ablasının nişanlısı olan genç bir adama aşık olan zavallı bir kız. Kulağa bir trajedinin kadın kahramanı gibi geliyor, değil mi? Muazzam bir kitleyi çeken böyle bir hikayede, ben ana karakterin aşkına zorluk çıkaran soylu bir kötü karakter olurdum. Ama bu bir kurgu değil, bu hiç şüphesiz benim hayat hikayem. Durum bu olduğundan, neden kendi hayatıma acıdığım için kınanıyorum ki?
Bu kalpsizce, bu acımasızca. Neden, niçin?
O kadar çok ağlayıp zırlamıştım ki şimdi bile geçmişteki ben’in sesini duyabiliyordum.
… … Niye hiç kimse beni anlamıyor?
***
Çeviren: Kömbe